Hangi kusurunu düzeltme fırsatı verdiler?
Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana?
Birdenbire buraya kadar dediler.
Oysa bilseydin nasıl bakardın istasyonlara, pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın.
Bütün sularda gölgeni seyrederdin...
Oğuz Atay-Tutunamayanlar

Thursday 27 December 2012

İstanbul Ayvalık Bisiklet Turu

İstanbul Ayvalık Bisiklet Turu (toplam 493 km - 210 km pedalla)

Bu seyahat ilk uzun yol deneyimim oldu. Aslında bisiklet merakım bu yolculuktan sadece 3 ay önce başlamıştı. Yolculuk boyunca o kadar güzel şeyler yaşadım ki yolculuğum sona erdiğinde yepyeni bir dünyaya adım attığımı pardon pedal çevirdiğimi anladım.

Bugün, neden bisiklet ile uzun yol yapar insan diye sorsalar,
Hayata dokunmak için diye cevap veririm.

Bu işe nasıl giriştiğimi anlatmak için konuyu en başından alalım,

İşyerinde oturduğum koltukta sürekli dışarıda olmayı hayal ederim. Dışarıda derken kapitalist dünyanın dışında demek istiyorum. İnsanlarla, ticari rakiplerle, egolarla kısacası ıvırla zıvırla mücadele etmediğim, doğanın bir parçası olmayı başarabildiğim ve paylaşarak zenginleştiğim bir dünya içinde yer almayı planlarken işte.. Arkama bile bakmadan koşarak kaçmak isterim her gün ait olmadığım iş dünyasından... İşte yine böyle bir günde karar verdim bisikletle Ayvalığa gitmeye. Hem bayram tatili vardı. Annemle babam da Ayvalık'ta yaşıyor ya zaten. Basarım pedala gidemediğim yerde atarım çadırımı dinlenirim dedim kendi kendime..
Ve sonrası,

Bisiklet aldım kendime GT Traffic 4.0. Kask, eldiven, forma derken tamamladım herşeyi. Moda-Bostancı arası antremanlara başladım hemen. Gece 01.00 de olsa çıktım yaptım antremanımı haftada en az 5 gün. Hafta sonu Moda - Pendik turları ile hazırım dedim kendi kendime. Bu arada internetten uzun yol bisiklet turları yapanları okuyorum hemen hemen her gece. Motivasyonumu yükseltiyor. Herkesin söylediği ortak bir şey var bunu bir kere yapan bile anlatacak çok şeye sahip olur diyorlar..Bu söze güvenebilirsiniz.

Bisikletle uzun yol deneyimini komple bir maceraya dönüştürecek olan ise kampçılığı bisikletçilikle birleştirecek olmaktı. Kamp yapmak zaten on yıllık vosvosçu biri olarak alışık olduğum ve bildiğim bir şeydi. Dolayısyla bagaj, bagajda taşıyabileceğim çadır, mat, şişme mat, fener, heybe derken kamp için minumum ihtiyaçlarımı da yükledim bisikletime.

Tek yapmam gereken yol için sağlıklı bir plandı artık. En başta yorulup geri dönmemek için biliyorum ki bir kere geri dönersem bir daha hiç gidemezdim, planımı ilk gün dönemeyeceğim bir yere ulaşmak olarak belirledim. Internette araştırdım ve ilk gün Gönen de Yeşil Vadi Camping ( öyle bir camping yokmuş Alabalık Çiftliğiymiş), İkinci gün Yenice ve Üçüncü gün Ayvalıkta olacağım şeklinde yol planımı da yapınca 21 Ekim Pazar günü Bandırma Feribotundan biletimi aldım.

21 Ekim 2012 Pazar,

Saat 06:45 Bandırma Vapurunun kalkmasını bekliyorum. Hava serin. Yolculuğa başlamanın müthiş sevinci içerisindeyim. Bir an önce kapılar açılsın macera başlasın diyorum kendi kendime. Çünkü asıl yol Bandırmaya ayak bastığım zaman başlayacak. Derken hareket saati geliyor. Saat sabah 07.00. Feribotta motorsikletliler ve tek bisikletli ben aynı yere yönlendiriliyoruz. Yanımda Avustralyalı biri var biraz sohbet ediyoruz. İngiltereden başladığı yolculuğunu İzmir de bitirecekmiş. Eski bir Honda motorsikleti var. Güvenli bir şekilde araçlarımızı bağlıyoruz ve dinlenmek için koltuklarımıza yöneliyoruz. Bandırmaya varana kadar güzelce uyuyorum. Bandırmaya varır varmaz karşıma sert bir rampa çıkıyor. Sonra daha küçük ama bir rampa daha ve Gönen yoluna giriyorum. Bir bir geçen motorsikletliler bana selam veriyorlar. En son bizim Avustralyalı geçiyor ve sonra bisikletim ve ben yolda yalnız kalıyoruz. Gönen'e kadar sadece bir kez mola veriyorum Yaklaşık 50 km pedal çevirerek Gönen'e varıyorum.

Yolda köylü bir çocuk bana ingilizce merhaba diyor. Benim adım Abdullah diye yolun kenarından sesleniyor ama hem turist değilim hem de kaybedecek vaktim yok. Yorgunluğumu anlamamak için durmadan devam etmeliyim. Derken arkamdan bir küfür duyuluyor. Abdullah kendisine el sallamamla yetinmemiş olacak ki senin babanı.... diye küfür ediyor. Gülüp geçiyorum turist sandığı bana Türkçe küfür savuruyor, oyununu bozmuyorum..

Yaklaşık 50 km bisiklet sürdükten sonra Gönen'e varıyorum. Gönen de balıkçı var. Çalışanlardan biri adaşım çıkıyor. O kadar acıkmışım ki yediğim en lezzetli balık gibi geliyor. Karasinekler etrafımda uçuşuyor, hoşgeldin uzun süredir seni bekliyorduk dediklerini düşünüyorum :)

Derken sohbet başlıyor, deli misin, hava durumuna bakmadın mı, tek başına bu yolculuğa çıkılır mı gibi yol boyunca onlarca kez karşılacağım bir sürü soruya muhatap olduktan sonra en sonunda ben soruyorum yeşil vadi kamping nerede? Aldığım yanıt ise 20 yıldır burdayım öyle bir yer duymadım oluyor. Sonra çevredeki esnafa,gelen müşterilere soruyoruz ama bilen yok. Hatta bir süre sonra yeşil vadi ne abi seferoğlullarından mısın diye alaya bile alınıyorum :) En sonunda yola çıkmadan önce aldığım listeye gözatmak için bisikletimdeki çantamı karıştırıyorum. O da ne? Listeyi iş yerinde unutmuşum. Derken mercedesli biri geliyor balıkçıya. Derdimizi ona da anlatıyoruz. Yeşil vadiyi duymamış ama arkadaşının alabalık çiftliği varmış. Dereköy deymiş. Dereköy ü duyunca hatırlıyorum. Yeşil Vadinin olduğı köy. Başlıyorum pedallamaya yağmur başlamadan varmalıyım. Yolda öyle bir rüzgar esiyorki tüm gücümü veriyorum ama vücudum adeta yelken görevi görüyor. Bir türlü 10 km hızı geçemiyorum. Artık gücüm öyle düşüyor ki başlıyorum bağırmaya bana bırakılmış köy yollarında. Bir tabela çıkıyor karşıma Yeşil Vadi Alabalık Tesisleri :) 15 km sonra varıyorum Dereköye.

Tesiste Bungalov ev de var ama ben çadırda kalacağım diyorum. İçerde çadır kuramazsın cevabını alıyorum. Bakıyorum çevrem tepelerle çevrili. Ben çadırda kalacağım diyorum. Bisikletimi tesislerde bırakıyorum ve başlıyorum tepeye tırmanmaya. Üzerimde bütün malzemelerle kayıyor düşüyor ama yılmıyorum. Tepenin en güzel yerini gözüme kestirdim çünkü.


Aşağıda dere önümde sıra sıra dağlar manzaranın tadını çıkarıyorum. Birden yağmur çiselemeye başlıyor. Giriyorum çadıra dinleniyorum.





Tepede yapayalnızım. Kendimi dinliyorum. Sessizliği dinliyorum. O kadar mutluyum ki oradan iş yerindeki masamı görüyorum gökyüzünde, hayalimi gerçekleştirirken, bu yolculuğun hayalini kurduğum anlardaki kendimi izliyorum. Yavaş yavaş yağmur bulutları kapatıyor aydınlığı. Akşam olmak üzere. Acıkıyorum. Yağmur hızını kestiğinde iniyorum Yeşil Vadi ye. Meğer köy halkı da beni bekliyormuş ya orada. Bir teyze geliyor 60 yaşlarında. Oğlum diyor ne güzel yere çadır kurdun. Ayaklarım izin verse gelip manzaraya bende bakmak isterim diyor :) Yemek yerken başlıyor muhabbet köy halkıyla. Nerelisin sorusu en sevmediğim soru ama cevaplıyorum. Göçmenim ben. Biz de göçmeniz be ya diye geliyor cevap. Sağolsun tesisin sahibi beni masasına kabul ediyor. Onlara teşekkür ediyorum tek tek. İlgi gösteriyorlar bisikletimi korunaklı yere alıyorlar. Akşam sohbet koyulaşıyor. Birden bir amca anlatmaya başlıyor. Senin çadır kurduğun yerin altında mağara var evladım. Mağarada hazine var. Bir rivayete göre 4 ton bir rivayete göre 40 ton altın. 70 li yıllarda devlet eliyle arama yaptık. Ben de heyetteydim. Lakin kapıyı bir türlü bulamadık. Mağara da su var, dalgıç getirdik yine de bulamadık. Yalnız diyor hazineyi cinler koruyor. Gece aralarında konuşurlar sen bakma onlara diyor. Amca diyorum bunu neden söyledin artık korkmamak elde mi? Özür diliyor korkmayayım diye uyardığını, korkarsam beni misafir edebileceklerini söylüyorlar. Hayır diyorum. Ben çadırda kalacağım. Tam da o anda köye öyle bir yıldırım düşüyor ki yanımdaki sandalyede oturan arkadaş yere düşüyor. Gök gürlemeleri peşi sıra. Yağmur olanca hızıyla yağıyor. Yıldırımla beraber bütün köyde elektirik kesiliyor. Tamam diyorum yemeğimi de yedim ben yukarı çıkıyorum. Kafamda fener le alacakaranlıkta ağaçların arasında çadırımı arıyorum. Sadece fenerin aydınlattığı kadar görüyorum biraz tırsmadım değil tabi ama başa gelen çekilir. Çadırın yolunu bulamıyorum. En tepeye çıkıp çadırımı görüyorum. Ve yolumu buluyorum. Rüzgarın sesi bir yandan, gök gürültüsü bir yandan. Cinleri duyma endişesi bir yandan, çadırın içine giremiyorum. Her şimşek çaktığında müthiş bir manzara. Korku biraz daha yatışsın diye arkadaşlarımı arıyorum.


Artık ortama, karanlığa alışıyorum. Giriyorum çadırın içine. Gerçek mi hala anlayamadım ama uyuyana kadar bebek ağlama sesleri duyuyorum. Sonra derin derin nefes alma sesleri.Sanıyorum bir hayvan çadırın yanına geldi diyorum. Sessizce uyumayı bekliyorum.

22 Ekim 2012
Gözlerimi açtığımda sabah oluyor. Yağmur yok. Manzara müthiş.. Neden korktum ki göremiyor olsam da gece de gündüz gibi aynı her yer diyorum içimden.



Eşyalarımı toplayıp aşağı iniyorum. Alabalık tesislerinde üç kişiyiz sabahın ilk saatlerinde. Çalışan arkadaş özür dilerim adlarınızı unuttuğum için, bana o kadar güzel bir kahvaltı hazırlıyor ki bütün peynirleri bitiriyorum. Köyün çobanı ile koyu bir sohbete girişiyoruz. Çaylarımızı içtikten sonra köyden ayrılıyorum.

Yolda bir başka çobana rastlıyorum. Bana kestirme bir yol tarif ediyor. Tabi tecrübesizlikten gece boyu yağan yağmurun toğrağı nasıl bir çamur içinde bıraktığını tahmin edemiyorum. Yaklaşık 1 km yolu çamur deryası içinde alıyorum. Çamur bisikletin lastiklerine öyle bir doluyor ki her bir teker turunda onları temizlemek zorunda kalıyorum. İtiraf ederim bana bu yolu tavsiye eden çobana çok acayip küfürler ettim :) İçimden ağlamak bile geçti. Ama oturacak yer yoktu her yer çamur olmuştu.
Neyse 1 saatten uzun bir süre sonra anayola çıktım. İlk benzinciye girip tazyikli suyla yıkadım bisikletimi. Ve baraj yolundan başladım Yeniceye doğru gitmeye. Her köyde mola verip köy kahvelerinde aynı muhabbetleri yaptım. İkinci kahvede de içtiğim çaya para ödeyemeyince,diğerlerinde de sesimi çıkarmadan razı oldum muhabbet karşılığı ısmarlanan çaya. Anadolunun güzel insanları karşılıksız paylaşıyordu yemek olsun çay olsun su olsun. Herşey hayalini kurduğum gibi gidiyor, çamurda yaşadığım talihsizliği çoktan unutuveriyordum. Yavaş yavaş köyler daha aralıklı olmaya başlıyordu. Yoldan araçlar 20 dakikada bir geçer olmuştu. Hava sıcaklığı bisiklet için ideal. Cırcır böcekleri ile konuşa konuşa yol alıyordum.

Ve yolculuğun zor anları başladı. Amansız yokuşlar önümde belirdiğinde henüz beni neyin beklediğinin farkında değildim. Durmadan pedal çeviriyordum ki sadece suluğumun aldığı kadar suyla bütün yolu idare edemeyecğimi anladım. Suyum tükendiğinde çeşmelerin neden bu kadar önemli olduğunu da yaşamış oldum.


Her buluğum çeşmede suyumu tamamlayarak yoluma devam ettim. Çıktığım yokuşların inişini hayal ederek moralimi korumaya çalışıyordum. İki tekerin büyüsünün derinliğini, indiğim yokuşlardan saatte 54 km hıza ulaştığımda idrak ettim. İnerken olanca gücümle avazım çıktığı kadar bağırıyor, anlamsız kelimelerle neşeme neşe katıyordum. Rampaların ödülünü yokuş aşağı inerken alıyordum. Bu zamana kadar yaşadığım tüm hayal kırıklarıyla yokuş aşağı inerken hesaplaşıyordum ve bunun keyfini çıkarıyordum. Artık yokuş çıkmak benim için sorun olmaktan çıkmıştı. Yolculuğun her anı ayrı keyif alıyordum.

Tabii herşeyin sonu vardı. Açlık olanca acımasızlığıyla bastırmış, artık pedal çevirecek halim kalmamıştı. Her pedal ayrı acı veriyordu. Doğrusu yine de halimden memnundum ama devam etmek için bir şeyler yemeliydim. Çaresizce pedal çevirmeye devam ederken birden kader denen şey karşıma bir süt kamyonu çıkardı. Çeşmenin kenarında park halinde duran kamyonun yanına gittim. Amacım biten mataramı doldurmaktı. Hayatın süprizlerinden habersiz kamyonun yanından dolaştım. Bir de ne görelim. Park halindeki kamyon şoförü kendine çeşme başında makarna ziyafeti veriyor. Konuşurken adını öğrendiğim Ramazan abiye dayamayıp aç olduğumu söyledim. Bana bir kaşık uzattı. Bir tencere makarnanın  hepsini afiyetli yediğimi ancak tencerede makarna kalmadığında anladım. Ramazan abi sana çok teşekkür ederim. Benim yüzümden bir de kendine pilav yapmak zorunda kaldın.
Karnımı doyurmuştum. Yakıtı fullemiştim yani. Artık ver elini Yenice derken tekrar köyler başladı. Her köyde mekan değişiyor ama köy kahvelerinde yaşananlar değişmiyordu. Fakat birinde yolculuğumun hatasını yaptım. Köylülerin iyiniyetine aldanarak rotamı değiştirdim. Han diye bir yerden bahseden bir köylü amca 20 km sonra oraya varacağımı ve oradan sonra Edremit'in çok yakında olduğunu söyledi. Yenice yerine Edremitte kalmamın daha iyi olacağını düşündüm. Dereköy de çadır kuracak yer sıkıntısını Yenice de yaşamak istemiyordum. Bir sonraki köy de yol ayrımına geldiğimde Han'ı sordum. Daha 20 km yol olduğunu öğrendim. Demek ki bir önceki köyde 5 km yanılmışlardı. Yol ayrımında Han'ı tercih ettim. Sonra bir köy daha geldi. Han'ı sordum 25 km var dediler. Sanki yaklaştıkça uzaklaşıyordum. Doğru yön mü diye sordum. Başka yol yok dediler. Biraz moralim bozulmuştu. Çoktan 70 km yapmıştım bile. Çoğunda da yokuş tırmanmıştım. Yorgunluk üzerime yavaş yavaş çöküyordu. Güneş batmaya yakın gökyüzünün halini almıştı duygularım. Yeni bir köye geldiğimde Han'ı tekrar sordum. Tepenin arkasıda diyen yaşlı amca arkamdan seslendi, Han da 2 saat dinlenen 2 günlük yol gideeerrrr!! Tepe yakındı. Tekrar morallendim. Bastım pedallara. Son gücümü bonkörce dağıtıyordum yokuşlara. Ve son köye geldiğimde öğrendim ki Han'a hala 30 km varmış. O köyden sonra Kaz dağlarına tırmanmaya başladım. Artık dermanım kalmamış hava kararmaya yüz tutmuştu. Doğa olanca güzelliğiyle yanımda beni selamlarken bir çeşmeye daha denk geldim. Aşağıda çektiğim fotoğraftan sonra Edremit'e 34 km daha yolum kaldığını hesapladım.






Bu fotoğraftan sonra öyle bir yağmur başladı ki, yaklaşık 10 km yoğun yağmur altında kaldım. Yağmurluğumu giyecek fırsatım bile olmadan iç çamaşırlarıma kadar sırılsıklam olmuştum. Neredeyse hiç araç geçmiyordu. Islanan yükümle beraber ağırlığımı çekecek dermanım kalmadı ve indim bisikletten aşağı. Başladım yürümeye. Hava kararmış daha en az 25 km yolum vardı. Yağmur olanca şiddetiyle yağıyor, önümü bile görmeme engel oluyordu. O anda yanımdan kapalı kasa bir kamyonet geçti. Beni almak için durmadı ben de bir işaret yapmamış sadece yürümeye devam etmiştim. Viraj da gözden kayboldu. Karanlık, yağmurlu ve yorgun biçimde 25 km daha yürüyecektim. Mutluydum halimden yine de. En ufak bir pişmanlık yaşamadan düzgün adımlarla yürümeye devam ettim. Kamyonetin döndüğü viraja geldiğimde ise hayat bir süprizini daha karşıma çıkardı. Gitmemişlerdi. Virajı dönüp durmıuş kamyonetin kapılarını açmış benim onlara yetişmemi bekliyorlardı. Konuşmadık o an. Sağanak yağmurun altında bisikletimi hemen kamyonetin içine attım. Ayvalığa gidiyorum dediğimde güldüler gidersin dediler önce biz seni Edremit'e bırakalım. O kadar ıslanmıştım ki tüm ısrarlara rağmen kamyonetin kasasında kaldım. Ön tarafa geçmedim. Cips yüklü kamyonette tüm açlığıma rağmen bir cips açmadan ve Han'ı hiç göremeden Edremit'e ulaşmıştım. Fatih ve İbrahim'e yardımları için teşekkür ediyorum. Sırılsıklam olmaktan çadır kuramazdım. Hareketsizlikten üşümeye başladım. Edremitte otelde kalmaya karar verdim. Üçüncü sınıf bir otel buldum. Aslında karşıma 5 yıldızlı otel çıksa onu da tercih ederdim. Hemen kıyafetlerimi çıkardım. Kurutacak bir yer yoktu. Çözümü kendim ürettim :)

Otele iki büyük pizza söyledim. Telefondaki kadın tek başıma ikisini de yiyemeyeceğimi söyledi. Ben üstüne tatlı ilave ettim. Kadın haklı çıktı. İki dilimi bitirememiştim.

23 Ekim 2012
Artık Ayvalık'a sadece 40 km yolum kalmıştı. Hava çok güzeldi. Keyifli bir sürüş oldu. Aheste aheste Ayvalığa giriş yaptım. Ayvalık tabelasını gördüğümde kendimi Ayvalığı fetheden bir komutan gibi sanki şehri teslim alıyormuşçasına bir giriş yaptım.

Eve gidiş yolunda beni tanıyanlar sesleniyordu araçlarından, hoşgeldinnnn annenler seni bekliyorrr :)






2 comments:

  1. Tebrik ederim, valla özenmedim desem yalan olur. Sizden aldığım ilhamla önümüzdeki yaz için bir plan arayışına giriyorum hemen.

    ReplyDelete
  2. teşekkür ederim. siz çok daha güzel turlar yaparsınız umarım.. yardımcı olabileceğim bir konu olursa haberim olsun..

    ReplyDelete