Hangi kusurunu düzeltme fırsatı verdiler?
Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana?
Birdenbire buraya kadar dediler.
Oysa bilseydin nasıl bakardın istasyonlara, pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın.
Bütün sularda gölgeni seyrederdin...
Oğuz Atay-Tutunamayanlar

Thursday 4 July 2013

Platamonas - Selanik ( Selanik Turunda 13. Gün )

 Toplam alınan yol 155 km 
 Toplam Tırmanış 780 metre
 En yüksek Tırmanış 242 metre
 
Selanik benim turumun amacıdır. Sonunda büyük günün sabahına uyanmıştım.  Mustafa Kemal Atatürk'ün evini ziyaret edeceğim gün işte bugün. Yıllardır resimlerine baktığım bu güzel evin sokağında, Ata'mın yürüdüğü sokaklarda yürüyeceğim. 19 Mayıs 2013 Gençlik ve Spor Bayramı'nı Atatürk'ün evine doğru pedal basarak kutluyorum. Kişisel olarak en anlamlı 19 Mayıs bu yıl olandır.
 
Güzel bir güne bu düşünceyle merhaba dedim. Uzun bir gün olacak kuşkusuz. O yüzden saatimi kurup erken kalkıyorum. Düşüyorum yola.
 
Selaniğe doğru artık yerleşim yerleri birbirine daha yakın. Kahvaltı için acele etmiyorum. Önceki amacım Evangelis'in bahsettiği Titanların kalesini ziyaret etmek.
 
 
 
Selanik'e yaklaşık 130 km uzaktayım. Artık Selanik tabelalarını daha çok görmeye başlıyorum.


Sahil yolundan devam ediyorum. Yol düz yorucu bir rampa yok. Kaleye son virajı döndüğümde 200 metre kadar bir tırmanış yapıyorum. Çok zorlanmıyorum. Titanların kalesine ulaştığımda kalenin ziyarete henüz açılmış olduğunu görüyorum. Antik bir yer olduğu için yukarıya tırmanış ancak yürüyerek mümkün. Kaleye girmeden önce surların etrafında dolanıyorum.

 
Evangelis in anlattığına göre Titanlar buradan Olimpos daki tanrılara savaş açarak bu noktadan Olimpos'a büyük kayalar fırlatmışlar . Ben de tanrıları sevmediğim için titanlara katılma kararı veriyorum. Safımız belli olsun neticede.
 











 

 

 Olimpos'u ve bir çok antik şehri hiç gezme fırsatım olmadı. Ama karşılaştığım yapılar Türkiye'dekiler le kıyaslandığında biz birçoğunu tarihi eser bile saymayabiliriz. En azından benim karşılaştıklarım öyle. Ama bu kalenin hakkını vermek lazım gerçekten müthiş bir manzarası var.
 
 

 
 

Kalenin içinde maalesef bisikletimle bir poz vermeme görevli izin vermiyor. Burası gişenin tam önü. Ben manzarayla iyi bir kare yakalayacağım ama memur izin vermiyor. Oysa bizden başka kimse yok. Bunun yanında en ilginci ise adam İngilizce de bilmiyor.

Biraz gezip yola koyuluyorum. Neticede yolum uzun ve çok vaktim yok. Bisikletimle Olimpos'un çok yakınından geçiyorum. Umuyorum buralara tekrar geleceğim ve sadece antik yerleri turlayacağım.

Ayrıca gezdiğim rota boyunca Yunanistan'ın  kıyı şeritlerinde sadece kamping alanları var. Otellere ancak iç bölgelerde rastlayabiliyorsunuz. Bu açıdan Yunanlılar tarihe ve doğal mirasa sahip çıkma konusunda bizden misli misli öndeler.

 
Olimpos dağı üzerinde toplanan bulutlar bana harika bir manzara eşliğinde pedal sürmemi sağlıyor.








 
Yolda enterasan bir olayla karşılaşmıyorum. Sadece Selanik'i çok merak ediyorum. Şimdiye kadar hep resimlerine baktığım bu güzel şehri ziyaret edecek olmanın motivasyonuyla kuvvetli bir şekilde pedallara yükleniyorum.

 
Öğle yemeğini bir pastanede yapıyorum. Aşağıda tabelası görünen bu pastanedeki hanım yaptığım turu öğrenince bana çıkarken bir poşet veriyor. Bir poşet dolusu yiyecek için kendisine teşekkür ediyorum.


Yerleşim yerlerinden uzaklaştığımda aşağıdaki restoranla karşılaşıyorum. Uçak, demiryolu, otoyol ve bisiklet güzel bir kare ortaya çıkarıyor.

 


 

 


 
Kilometreler bir bir azalırken Selaniğe son virajı dönüyorum. Burada bir ses kaydı daha yapıyorum. Karmaşık duygular içindeyim. Hem Ata'mın hem de kendi atamın topraklarına doğru pedal çeviriyorum. Her pedalda günlerdir durmadan sürdüğüm bisikletimin üzerinde gidererek heyecanım artıyor.





Sonunda Selanik'e giriş yapıyorum. Yol çok bozuk. Araç şoförleri İstanbul'dan çok daha kötü araba kullanıyorlar. Araçlar beni bozuk emniyet şeridinde çukurlara girmeye zorluyorlar. Çukurlar psikolojik olarak beni yıpratıyor.
 
Sonunda bir ara sokağa dalıyorum. Bir meydana geliyorum. Meydandan aşağı sallandığımda tüm yorgunluğum büyük bir sevince dönüşüyor. Sahil boyu ilerliyorum. Yıllarca fotoğraflarda üzerinde Türk bayrağıyla gördüğüm kalede Yunan bayrağını görünce buruk bir sevinç yaşıyorum.





 Sahilde bir iki tur attıktan sonra yolda yürüyen gençlerden bir fotoğrafımı çekmelerini istiyorum. Bisikleti kaldırınca gülmeye başlıyorlar. Yunanlı arkadaşıma  aynı karede hem beni hem bisikletimi hemde kaleyi almasını istediğimi söylüyorum ama ancak ikinci seferde başarabiliyor.
 
Birinci denemesi (-)
İkinci denemesi (+)






 
Sahilde bir sigara içiyorum. Karnımın çok acıktığını hissediyorum. Atatürk'ün evi için giderek heyecanım artıyor. Biraz şehrin kargaşasından uzaklaşıp dinleniyorum. Bir kafeye gidiyorum. Garson kızlardan biri gelip benimle sohbet etmeye başlıyor. Yemek yemeğe başladığımda birden sohbetin yarısında kalkıp gidiyor. O an farkediyorum ki günlerdir alışkanlığım yağlı tavuğu ellerimle yerken sakallarımdan koluma tavuğun yağları dökülüyor. Kendi kendime gülüyorum.

Bir bira yuvarlıyorum. Çalışanlara Atatürk'ün evini bilip bilmediklerini soruyorum. Kızlardan biri bildiğini söylüyor. Tarif ediyor ama çok karışık. Bisikletime atladığım gibi tarif ettiği yöne doğru gidiyorum.

Selanik'in ikinci büyük Yunan şehri olduğunu öğreniyorum. Atatürk'ün evini bulmak kolay değil. Yolda bir kaç kişiye Mustafa Kemal Atatürk deyince boş gözlerle bakıyorlar. Bir kaçı bildiği halde cevap vermek istemiyor. Bir kaç kişi bildiğini söylüyor ama Selanik te dönüp dolaşıyorum ya ben onları doğru anlamıyorum ya onlar beni yanlış anlıyor.

Artık sormaktan pes ediyorum. Gerekirse sabaha kadar dolaşmaya razıyım. Atatürk'ün evini koca Selanik te kendi başıma bulacağım.

Artık kimseye sormuyorum. Yaklaşık 3 saat boyunca Selanik sokaklarını dolaşırken şehrin kuzeyinde ana caddelerin birinde pedal basarken o mağrur Türk bayrağı tabelası bir anda gözüme çarpıyor. Saat gece 11:30 suları olmalı Türkiye Konsolosluğunu buluyorum..

Gözlerim doluyor ama ağlamıyorum. Hemen zile basıyorum. Atatürk'ün evinin konsolosluğun içinde olduğunu biliyorum. Ama görünen bina resimlerdekine benzemiyor. Diafondan gelen Türkçe sese karşılık veriyorum Türkçe duymak çok güzel !! Ata'nın evini görmeye geldim!!  İçerideki ses ancak sabah ziyarete açılacağını belirtiyor. Girişin arka tarafta olduğunu belirtiyor.


 
 

Arka tarafa dolanırken Atatürk'ün evinin dış cephesini tanıyorum. Meğer iki ayrı binaymış. Konsolosluk bu binanın bahçesindeymiş.
 
Yıllarca hayalini kurduğum bu evi ziyaret etmek için 1500 km den fazla bisiklet sürdüm. Selanik'te bu evi kendi başıma arayarak üç saat boyunca dolanıp durdum böyle karşıma çıkınca daha fazla dayanamadım.

Mutluluk gözyaşları dökmeyeli uzun zaman olmuştu. Büyük hayalimi gerçekleştirmenin mutluluğu gözlerimden damla damla akarken meraklı bakışlarla Yunanlı bir kaç vatandaş etrafıma toplandı. Neden tek başıma Ata'nın evinin önünde oturup ağladığımı merak etmişlerdi.


 
Onlara Türk olduğumu ve Atatürk'ün bizim için çok önemli olduğunu bize özgürlüğümüzü verdiğini çok büyük bir asker ve lider olduğunu anlatıyordum ki yaşlıca olan Yunanlı bana Atatürk'ü bildiklerini ve kendi tarihlerinde bile böyle büyük bir lider bulunmadığını belirtti. O an Yunanistan da şunu gördüm, Atatürk'ü ulu önder yapan şey kazandığı zaferler değil fikirleriydi. Fikirler için milliyetlerin önemi yoktu ki. Aslında devrimleri, ilkeleri ile Atatürk, O'nu anlayabilen her milletin her insanın lideriydi. Bayraklarını bizden daha çok sevdiğine inandığım Yunanlılar bile Ata'ya duydukları saygıyı dile getirirken bana da dostça davranmışlardı.


 

 

 
 Tabii herkes böyle değildi. O an Ata'nın evinin önünden geçtiği halde bunu hiç önemsemeyen insanlar da gözüme çarpıyor. Şimdi sinirlenmem saçma gelse de o duygu halinde bir anda öfkeleniyorum. Hatta bağıra bağıra gülen bir kaç kişiyi durdurmak geçiyor içimden. Biraz sinirlerimin bozulduğunu anlıyorum.. Yolda resim çekerken yoldan çekilmem için bir taksi korna çalıyor. Ona bir öyle bir bakıyorum ki göz göze geldiğimizde ne demek istediğimi anlayıp bekliyor. Durduk yerde biraz agresifleşince biraz oturmaya karar veriyorum. O an evin tam karşısında bir bar gözüme çarpıyor. Gözyaşlarım hala dinmiş değil bu arada. Bahçeye oturuyorum. Barın sahibi yanıma geliyor. Türk olduğumu anlıyor. Kendisinden Türk rakısı istiyorum. Ne olduğunu bilmediğini söylüyor. Sonunda bir şişe uzo istiyorum diyorum..
 
 
Saat gece 2 ye gelirken bardan kalkıyorum. Bana bir otel tarif etmesini isteyerek sabah tekrar gelmek üzere bardan ayrılıyorum.
 
Söylediği otele gitmek için çok çaba sarf ediyorum. Pedala her basmaya çalıştığımda dengemi kaybediyor bir ayağımdan güç alıyorum. Söyledikleri otelde yer bulamıyorum. Ucuz bir otel tarif etmesini istediğim resepsiyon beni otel Kasperini'ye yönlendiriyor.
 

Otel Kasperini yi bulmak zor olmuyor.. Moda daki taş evlere benziyor. Bayağı virane bir halde. Ucuz bir otel. Otelle anlaşarak bir üst katta bulunan odama çıkıyorum. Yalnız otel tuhaf.Otelin nasıl bir otel olduğunu yan odanın önünden geçerken anlıyorum :)  Neredeyse tüm odaların kapısı açık. Alkol yüzünden zar zor geldim zaten takılmıyorum olan bitene. Çok irdelemeden kendi odama geçiyorum. Bisikletime odamda bir yer bulup kapıyı kilitliyorum. Kısa bir süre sonra çoktan sızmış olmalıyım ki gözlerimi açtığımda güneş odayı aydınlatıyor.
 


No comments:

Post a Comment