Hangi kusurunu düzeltme fırsatı verdiler?
Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana?
Birdenbire buraya kadar dediler.
Oysa bilseydin nasıl bakardın istasyonlara, pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın.
Bütün sularda gölgeni seyrederdin...
Oğuz Atay-Tutunamayanlar

Monday 17 June 2013

Atina Khalkida ( Selanik Turunda 9. Gün )


Yapılan Yol 147 km
Toplam Tırmanış 1420 metre
En Yüksek Tırmanış 386 metre
 
Kos adasında 6 saate yakın banklarda sürünüyorum. Uyuyor uyanıyor başka bir bank buluyor tekrar uyuyorum. Kos adasından ayrılırken buruk bir sevinç var üzerimde. Büyük hayalim hem başlıyor hem de her geçen saniye bitiyordu aslında. Hedefimdeki km yi yarılamış şekilde Kos adasından Atina Feribotuna biniyorum.
 
Bisikletime uygun bir yer bulduktan sonra asma katla beraber 9 katlı feribotta keşif turu yapıyorum. İlk izlenimime göre herkes prize yakın koltukları kapma telaşı içinde. Ben acele etmiyorum. Feribotun en üstündeki balkondan Kos adasını izliyorum.
 
Saat 20:30 da feribot hareket ettiğinde gözümde Atatürk'ün evi canlanıyor. Sadece o anı düşünüyorum.
 
 

İyice üşüdüğümde içeride kendime yer arıyorum. Güzel yerler kapılmış. Sinema salonu gibi bir oda gözüme çarpıyor. Sadece bu odadaki koltukların arasındaki kolluklar hareket ediyor dolayısıyla kapanlar üç dört koltuğu birleştirmiş uyuyorlar.
 
İkili koltuk boşta sadece. Boyuma uygun olmasa da üçe dörde katlanarak sığıyorum koltuğa. Bir kaç saat uyuduktan sonra kalkıp etrafa bakıyorum. Sanki kaçakçı gemisi gibi geliyor o an. Yerlere boylu boyunca uzanarak uyuyanlar horlayanlar var etraf asker kaynıyor. Dağıtım izni gibi bir şey var herhalde. Tekrar uyuyorum. uyandığımda saat sabah 07:30 a geliyor. Tekrar en üste çıkıyorum. Aralardan bir yerlere geçip sadece bir kişinin ayakta durabileceği insanlardan uzak feribotta çıkabileceğim en üst noktaya çıkıyorum. Çıkıntı bir yer. Deniz altımda tam bir tayfa gibiyim orada.
 

 
 
Limana daha bir saatlik yolumuz var. Binlerce yıldır her gün olduğu gibi güneş olağan şekilde yükseliyor. Gün sisin içinden yavaş yavaş doğuyor. Tabi bendeki yansımaları farklı. Küçük adacığı ilk gördüğümde daha ileriye bakıyorum. Ana kara yavaş yavaş beliriyor. Jim Morrison dan Land Ho!! adlı şarkıyı geçiriyorum aklımdan. Nasıl olsa kimsecikler yok etrafta. Land Hoooo diye bağırıyorum karaya doğru. Yalnız yaptığım yolculukta kendi kendimin arkadaşı oluyorum..
 
 

 
 Nihayetinde vapur yanaşıyor. Bakıyorum kalabalık yığıntı oluşturmuş çıkış merdivenleri önünde. Ama ilk bindiğimde keşif yapmıştım ya kimsenin yönelmediği bir merdiven var oraya gidiyorum hemen. Aklım bisikletimde 12 saattir birbirimizden haber alamıyoruz neticede. Koşa koşa iniyorum basamakları. Son katta tamam oldu bu iş diyorum kapının butonuna basıyorum açılıyor. Ama yanlış kata çıkıyor bir kat daha inmem gerekli. Bir kat aşağıda ise kapı yok ki. Dur bakalım diyorum tekrar yukarı çıkıp konteynerlerin arasından geminin kıçına varıyorum. Halat görevlileri kocaman halatları indiriyorlar. Merhaba diye sesleniyorum onlara :) Beni görünce halat mahalinde bağırmaya başlıyorlar Yunanca. Türk üm Türk diyorum. Aşağı ineceğim bisikletim orada diyorum. Acele bir şekilde beni başka bir alana yönlendiriyorlar. Bişeyler geveliyor görevli ama anlamıyorum. Bir asansörden indiğimde bütün kalabalığı karşımda görüyorum. Yaptığım yanlış ama yaklaşık bin kişinin inmek için beklediği merdivenlerde şaşkın bakışlar altında bisikletime doğru koşuyorum. Sorun yok orada kavuşuyoruz bisikletimle.
 
Pireas limanında anakaraya çıktığımda telefonumdan yolu kontrol etmek istiyorum. Ama telefonumun yurtdışına kapalı olduğunu görüyorum. Sadece son açtığımda Yunanistan'ın genel haritası kalmış, haritada detay göremiyorum ama Yunan şehirlerini görebiliyorum.
 
Ne yapalım başa gelen çekilir. Sora sora buluruz diyorum. Basıyorum Atina'ya pedallamaya. 10 km kadar sonra antik taşlarla çevrili bir alanda Atina'nın merkezine erişiyorum. Trafik hızlı akıyor. Bildiğin İstanbul gibi bir yer. Vaktimi Kos adasında mecburen harcadığım için maalesef Atina yı gezecek hiç vaktim yok. Bir iki fotoğraf çekip haritamda göründüğü gibi daha güzel görünen Khalkida yolunu seçiyorum.
 
Belki on kişiye soruyorum ama herkes bisikletle gidemeyeceğimi belirtiyor. Çünkü sadece otoyol olduğunu trene binmem gerektiğini söylüyorlar. Bir yandan vakit geçiyor. Atina da bir aşağı bir yukarı nereye gittiğimi bilmeden dolanıyorum.




x


 
En sonunda kararımı veriyorum. Otoyolu zorlayacağım. Bir yol daha var ama uzak. Otoyola giremezsem 40 km kadar geri dönmem gerekeceğini belirtiyorlar.  Şansımı deneyeceğim diyorum içimden Kuşadasına giderken sıkıntı olmamıştı. Otoyol girişine geldiğimde gişelere doğru yokuştan iniyorum. Son hızla geçeceğim hesapta ama OGS gişesi yok ki. Tüm gişeler paralı. Hızla yaklaşırken bir araç geçişini bekliyorum hız kesiyorum, hesapta barikattan geçeceğim araç parasını ödediğinde. O an yaklaşıyor basıyorum pedallara tekrardan, birden güvenlikçi ablalar önüme atlıyor. Mustafa Kemal'in evine gideceğim yol verin geçeyim diyorum yol da kameralar var geçemezsin cevabı alıyorum. Paşa paşa yokuşu geri çıkıyorum.
 
Ama pes eder miyim hiç. Yan yol var oradan giderim bir yerden atlarım barikatları girerim otoyola diyorum. Yanyolu takip ediyorum. Hakikatten de insanların otobüse binmeleri için tel örgülerin vatandaşlar tarafından söküldüğü bir yere geliyorum.
 



Yalnız barikat yüksek. Resimde görülen adamdan yardım rica ediyorum. Nereye gittiğimi soruyor. Khalkida diye cevap verince artık alıştığım tepkileri alıyorum. Yalnız mısın? Deli misin? vs vs.

Ama sağ olsun adam bana yan yolun Khalkida ya kadar gittiğini müjdeliyor. Otoyolu kullanmadan da Khalkida ya gidebileceğimi öğreniyorum.

Tabii kaç km gideceğimi bilmeden gidiyorum. İyice özgürleştiğimi hissediyorum Bilinmezlik giderek artarak turu daha heyecanlı hale getiriyor. Yol da olmak çok güzel diye bağırıyorum. Kendi kendime konuşmaya marşlar şarkılar söylemeye devam ediyorum. Yol şartları da oldukça iyileşiyor. Neredeyse yolun tamamı düzlük gibi hatta bazen uzun süreli aşağı doğru eğimli. Hızlı hızlı hiç yorulmadan pedal basmaya devam ediyorum.





 
Yolda kantin denen aşağıdaki araçlardan var. İlki bu zaman ortaya çıkıyor. Ne yazık ki sahibi İngilizce bilmiyor. Daha sonra defalarca olacağı gibi beni Alman sanıyor. Ama değilim diyorum Türk'üm ben :) Kardaş diyor Türkçe ama daha fazlası yok. El işaretleri ile anlaşıyoruz işte. Susuzluk sorunu çektiğim bir anda diyorum tam zamanında ortaya çıktın. Anlamıyor ama ben yine de anlatıyorum işte.

 
 Khalkida tabelaları belirmeye başlıyor. Az bir yolum kalmışken bir benzinciye giriyorum. Su sigara ve enerji içeceği alıyorum. Muhabbet başlıyor. İki pompacı çocuk ve güzel bir kasiyer kız var. Alman mısın sorusu geliyor yine. Artık sıkılıyorum Alman muhabbetinden İngilizce de biliyorlar Türk'üm diyorum. Sıcak davranıyorlar başta.
 
Türkiye'den nereli olduğumu soruyorlar. İstanbul deyince hemen düzeltiyorlar Konstantinapol diye. Hayır diyorum İstanbul. Yaklaşık 5 dakika bu muhabbet sürünce kız en sonunda İstanbul'u bizden geri alacaklarını ve adını Konstantinapol diye değiştireceklerini söylüyor.
 
Uyan diyorum ona yüzyıllardır uyuyor olmalısın. Son Türk'ü öldürene kadar İstanbul'u geri alamazsın... O an kredi kartı işlemimde bitiyor. Şaşırıyorlar. Tam çıkışa yöneliyorum ki çocuklardan biri bana güle güle tavrında Yunanca bir şeyler söylüyor. Ama içeride müşteriler dahil herkes gülmeye başlıyor. Herhalde bana küfür etti diyorum içimden madem o Yunanca etti bende şöyle el sallıyorum bye bye   o.... çocuuuklarıııııııı :) şimdi benim yaptığım ayıp ama o an bundan çok keyif alıyorum işte. Milliyetine değil şahsına küfrediyorum sadece.
 

 
 
Khalkida bir yarım adanın girişinde. İki köprüden yeni olanı tercih ediyorum. Manzara güzel ama sanayii bacaları biraz görüntüyü bozuyor. Khalkida nın girişinde polis merkezi var. İçeri giriyorum. En yakın kamp alanının Rovies de olduğunu söylüyorlar. Yaklaşık 80 km lik yolum olduğunu belirtiyorlar. Delilik ama gitmeye karar veriyorum. Önce şehir merkezine gidip internet kafe bulmam gerekiyor ama. Çünkü kimsenin telefonumun servis dışı olduğundan haberi yok. Bu internet kafe muhabbeti bana 2 saate patlıyor.
 
Kararımı vermiştim gidecektim ama nasıl gidecektim gece yolculuğu yapmak istemiyorum. Çünkü yolun dağlık dar ve gece bisiklet sürmeye elverişli olmadığı hakkında bilgi alıyorum. Ben de diyorum hava  kararana kadar sürer karardığı yerde çadırımı atarım. Dağ tepe benim diyerek kendimi gaza getiriyorum.

 


 

 

 

 
Khalkida dan Rovies'e doğru yol alırken bir bisikletçi ile karşılaşıyorum. İngilizcesi çok yetersiz benim ki de çok süper değil ama o beni anlıyor konuşamıyor. Yarışcı olduğunu anlıyorum antreman yapıyormuş. Rovies'e çok dağlık bir yoldan gidildiğini ve araçların çok süratli olabildiklerini söylüyor. Politika köyünde konaklayabileceğimi söylüyor.
 
15 km kadar beraber yol aldığımızı bu Yunanlı arkadaş gerçekten çok samimi bir insandı. Çok fazla konuştuklarından anlamadım ama bisiklet dilini konuşuyorduk işte.
 
Ayrıldıktan sonra politika köyünün yolunu bulmam çok zor oluyor. Soracak kimse olmadığı için yanlış bir yola sapmışım. Karşıdan gelen aracı durduruyorum. Yunanlı amca İngilizce bilmiyor. Politika deyince beni takip et anlamında el işareti yapıyor. Önümden giderken araçtan seken çamurlar gözümün içine kaçıyor ama köylerin içinden her yanım yem yeşil, yol almaktan keyif alıyorum. Sonunda dümdüz git anlamında işaretlerle vedalaşıyoruz.
 
Politika köyüne yaklaştığımda girişte bulunan güzel evlerden birinde İngilizce bilen bir adam buluyorum. Bana sahilin sonunda kamping alanı olduğunu söylüyor. Kamping alanına kadar çok güzel lokantalar ve küçük barlar var. Meğer küçük çaplı bir tatil beldesiymiş. Çok güzel bir yerdi gerçekten.


 

Kamp alanına geldiğimde güneş batmıştı. Ne yazık ki kamp alanı da kapalı. Ama kamp alanının hemen yanında bir aile akşam yemeğini yiyor. Bu yaşlı çift İngilizce  de biliyor. Camping'in sahibinin telefon numarasını bildiklerini söylüyorlar. Telefonumun çalışmadığını söylediğimde kendi telefonlarından arıyolar. Tesisin sahibi ile konuşuyorum. Bisiklet turumdan bahsedince bana bedava konaklayacağımı söylüyor. Hiç tanımadığım bu adama ne kadar teşekkür etsem azdır. Yunanistan da bedava hizmet aldığım tek yer burası olacaktı.
 
Telefonu kapattıktan sonra bir Alman muhabbeti de bu komşu ailede yaşandı. Türk olduğumu öğrenince yüzleri gülüyor. Hemen yapıştırıyorlar gülen gözlerle Kardaş Kardaş diye. Amca çalınmasın diye bisikletimi evlerine alıyor.
 
Tesis çok temiz çok güzel bir yer. Duş alıyorum konaklıyorum tek kuruş para ödemeden..
 

No comments:

Post a Comment